Pazartesi, Ağustos 27, 2012

İnsanlık Hala Hayatta

Siz siz olun otobüse minibüse binerken telefon elinizde kulaklığı kulağınızda hem binmeye hem tutunmaya hem para vermeye çalışmayın...

Mazallah telefonunuz asfaltta yaya siz aracta seyir halinde kalıverirsiniz

Ama siz bugün öğle saatlerinde istinye'den beşiktaş'a giden fıstık yeşilimsi minibüsteki kız kadar şanslı olmayabilirsiniz...

Hareket eden minibüsün kapanan kapısından düşen kendini asfaltta bulan zavallı telefon kim bilir nasıl bir travma gecirmistir...

Ya sahibi...

Soförün telefonun yola düştüğünü anlayana kadar geçen sürede telefon çoktan geride kalmıştı, kız inip telefonun olduğu yere doğru koşmaya başladı...

Acaba hayattamıydı telefonu kaç araç geçmişti üzerinden

Minibüs bi süre durup beklesede mecbur yola koyuldu, bu sırada yan şeritte giden ve tam o sırada FSM Koprüsüne giren yola sapmakta olan 500T elinde bir telefon sallayarak kornaya basıyordu...

Minibüs şoförü inip araçtan vızır vızır trafikte yolun karşısına geçip telefonu aldı. Hemen yan koltukta oturan arkadaşımıydı yolcu muydu bilmem telefonu geride kalan kıza vermek uzere minibüsten indi...

Şanslı kız ve iyi insanlar

Pazar, Ağustos 26, 2012

Eski Tatlar

Çocukluğumun yaz akşamlarının en güzel etkinliği akşam yemeğinden sonra teyzeler kuzenler bir anda karar verip Fatih'e dondurma yemeye gitmekti.

Fener Sancaktar Yokuşu'ndaki evimizden o zamanın karanlık sokaklarında annelerin, teyzelerin elinden tutup dondurmacıya yürümek, elde dondurma Fatih'te vitrinleri seyrederek yürümek ve eve dönüş en keyifli bi akşam için yeter de artardı bize...

İki dondurmacı vardı, aaa hatta üç.

Biri Yavuz Selim'e inen yol üzerinde sağda Nişanca'da -yanlış hatırlamıyorsam semt adını- Baltepe Dondurmacısı.

Diğeri hemen Yavuz Selim ışıklardaki Didem dondurmacısı -çikolata sosuna batırdığı dondurmayı bi de dövülmüş fındığa bandırıp verince dünyanın en güzel şeyi elinizde olurdu-

Eğer biraz daha uzun yürümeyi göze almışsak, Fatih'in Vezneciler yönünde sonunda postanenin sokağında Tadım dondurmacısı... -o da bi anda sertleşen çikolata sosu ve fındıkla verirdi dondurmayı- lastiğimsi ucuz külahlardan lezzetli bisküvimsi kornetlergeçişimiz onunla olmuştu...

Bu dondurmacılardan ilk fireyi Didem verdi, yerini giyim mağazalarına bırakarak.

Tadım'dan çok emin değilim, hala aynı yerde olup olmadığına...

Ama Baltepe'yi biliyorum hala yerli yerinde, gel gör ki o orda duruyorda bi kere bile durup dondurma yemek gelmiyordu aklımıza...

Bundan yaklaşık bir ay önce İstanbul'dan kilometrelerce uzakta bir gece yarısı Osmaneli'deki dondurmacıdaki lezzet, dondurmaların servis edildiği ayaklı çelikten yapılma dondurmalıklar yıllar öncesine götürdü bizi, Baltepe'yi düşürdü aklımıza...

Nasıl da unutmuştuk onu???

20 senedir önünden pek çok kere geçmemize rağmen neden yokmuş gibi gelmişti bize???

Ve uzun bir zamandan sonra çok güzel bir buluşma yaşadık kendisiyle...

Yılların lezzeti değişmemiş, bir Anadolu kasabasındaki dondurmanın doğal lezzeti onda da sürdürüyordu kendini...

Yolunuz düşerse Fatih'e Baltepe'ye uğramadan geçmeyin derim.




Bu arada geceyarısı Osmaneli'de (Bilecik) dondurma yemek te nerden çıktı diyceksiniz, aslında sadece dondurma olsa...

Çoooooooooooooook kalabalık, güzel ve eğlenceli bir iftarın konuğu olmak, tarihi bir caminin bahçesiyle ortak tarihi bir konakta uyumak, daha doğrusu sahurda yatıp sabah ezanının odanın içinde okunduğu ilginç bir deneyim yaşamak, Osmaneli'nin tarihi kilisesi ve evlerini görmek gibi benim üzerinde sayfalarca yazabileceğim malzemeyi nasıl es geçtim, geçebildim di'mi?

Hayatımda ilk defa fotoğrafa makinem yanımda di'il di, almayı unutmuştum

Bu bi bahane di'il çünkü cep telefonları da bu imkanı fazlasıyla veriyor

Hele öyle bi fotoğraf karesi vardı ki,

Bilmiyorum neden ama bu kez sadece yaşamak istedim belki de...

Pencereye bitişik yerleştirilmiş yatakta yüzümü cama döndüğümde eski evlerdeki yukarıya doğru sürülerek açılıp yukarda mandalla sabitlenen ahşap pencerenin açıklığından doğa kokusu burnuma gelirken hafif bi rüzgar da yüzümü okşuyordu. Görüş mesafesinde tarihi Ulu Cami ışıklarıyla masal şatosu gibi, kandilleri yanan minaresi ve hemen yanı başındaki dolunay masalın diğer güzellikleriydi...

Bu masalın kötü karakteri ise, ruhsuz manisiz ramazan davulcusuydu...



Perşembe, Ağustos 23, 2012

Ruhsuz

İçim daralıyo, nefes alamıyorum...
Kendi kendime telkin ediyorum
Yaşanan her anın bi öğretisi var
Biz onu yaşamak istemesek de...

Nasıl bazı insanlar bu kadar vurdum duymaz bu kadar ruhsuz olabiliyor
Neden bittiğini anlamayıp
Edebiyle çekip gitmeyi bilmiyor
İstenmediği, sevilmediği,
Bir yabancı gibi gelip; oturup kalktığı,
O yere tekrar tekrar dönüp gelmeyi
Kafasındaki hangi mantık devresi söylüyor ona...

Ne ki bir arada tutan???
Hiiiiiiiiiç
Hiç bile denmez
Yok ki...

İsyan yok
Biraz daha sabır
Biraz daha sabır
Mantığı yok anın
Açıklanacak tarafı da

Zaten ruh olsa, mantık olsa, onur olsa
Her şey çok farklı olmaz mıydı...

Salı, Ağustos 21, 2012

Bayram Tostu


Malzemeler
Lera Fresca dondurma
Koska kağıt helva

Bayram Çikolatası


Bayram Baklavası

Bayramların vazgeçilmezi ev baklavası...

Çocukluğuma denk gelen yaz ramazanlarında annemle teyzem yemek masasının birer başına geçer ellerinde genç kızlık oklavaları her harekette hamurla birlikte yuvarlanarak masayla şıkırdayan bir ritim tutturdu.

Biz de masanın altında onların bize atacakları küçük bi parça hamurla tahta iskemlelerin üzerinde kurşun kalemlerle onları taklit ederdik...

Şimdiki gibi yuvarlak tepsilerde di'il kocaman sinilerde açarlardı...

Anne anneme, teyzeme ve bize...

Şimdiki tepsilere bakıp, nasıl bi çırpıda tükeniyodu o koca siniler diye düşünüyorum.

Tabi bi de bu sinileri pişirebilecek fırın önemliydi...

Sıra alınırdı, kaçta getirelim diye, baklava pişirmeyi bilen fırıncı da yer bulunmazdı...

Camcı Çeşme Yokuşu'nun başındaki fırındı bizim adresimiz, iftardan sahura baklava pişirirdi...

Geçen yıllarla birlikte siniler tepsiye, kalabalıklar yalnızlıklara, odun fırınları fırıncıları, elektrikli akıllı fırınlara döndü.

Biz de evde açılmış anne baklavası geleneği çok şükür ki devam ediyor, kuzenler  sağolsun hakkını veriyorlar...

Bu kadar baklava muhabbetinin üstüne tarifini paylaşıp fotoramanını sunmak isterim size...

Ne yazık ki final sahnesinde evde olmadığım için kesilmesi, üzerinde tereyağının gezdirilmesi sahnelerini fotoğraflayamadım onları da bir daha ki bayramda tamamlama ümidiyle şimdilik bu bayram...

Baklava

3 yumurta sarısı
1 çay bardağı yoğurt
1 çay bardağı sıvı yağ
1/2 paket margarin
2,5 çay bardağı ılık su
1 yemek kaşığı sirke
1 paket kabartma tozu
tuz, aldığı kadar un

bu malzemelerden biraz gevşek bir hamur olacak, yarım saat hamuru dinlendirdikten sonra parçalara ayırıp oklavayla tek tek açıyorsunuz.










Pazar, Ağustos 19, 2012

Saadet Güneşi

Bayram sabahı demek Mustafa Kandıralı ve saz arkadaşlarından oyun havaları demektir...

O olmadı eski bir türk filmi bulup seyretmektir...

Az önce ekranda son yazısının geçtiği tekrarlanmaktan çizik çizik olmuş film karesi geçtiğine göre bugün bayram sabahıdır...

Saadet Güneşi

Hülya Koçyiğit-Murat Soydan

Hülya'yla Murat birbirlerine aşık olur,
Hülya'nın annesi izin vermez Murat'ın babasını görünce; çünkü adam onun eski aşkıdır.
Bu arada anne geceleri fabrikada çalışıyorum diyerek pavyonda çalışarak kızını büyütmektedir. Kendini kötüleyip mani olur bu evliliğe.
Murat Hülya'ya annesinin gerçek yüzünü gösterip gider, Hülya annesiyle hesaplaşırken anne felç geçirir yatalak olur.
Annesine bakmak için işe girer, patron sarkar o da patronu yaralar, hapse düşer.
Mahkeme avukat tayin eder.
Avukat kim olsa beğenirsiniz, Murat'ın babası.
Hülya'yı kurtarır, ona iş verir, annesinin tedavisi için Avrupa'ya gönderir -tabi hiç karşılaşmazlar bu süreçte-
Anneyi yolcu ettikten sonra Hülya düşer bayılır, o da ne hamile olduğu ortaya çıkar.
Babacan avukat üzülme formaliteden bi evlilik yaparız der.
Tam nikahın kıyılacağı gün Hülya'nın sedyeyle giden annesi hoplaya zıplaya sürpriz yapar erkenden gelir.
Nikahı duyunca elinde tabanca köşkü basar.
Haaayııır olamaz.
Utanmıyosun oğlunun sevdiği kızla evlenmeye der.
Hülya düşer bayılır, o sırada Murat gelir, ben bittim şimdi de babamı mı tuzağına düşürdün der.
Baba avukat formaliteydi zaten, bak sevdiğin kız hem de hamile hadi evlenin der
Annesi haaayıııır olamaz onlar kardeş der.
Herkes nayır nolamaz pozuna girer
Bir tek Murat'ın babası güler kahkahalarla
Kızımı buldum, onlar kardeş di'il ki Murat'ı 1 yaşındayken evlatlık aldım.
Veee çifte düğün yapılır

İlk günden bütün Yeşilcam klişelerini bi filmde seyredince, bundan sonra ne izlesem kesmez beni...

İyi Bayramlar :))))))

Cumartesi, Ağustos 11, 2012

Glazürlü Limonlu Kek

Haftalar önce bahsettiğim Limonlu Kek tarifini uzuuuun bir rötardan sonra ancak yayınlayabiliyorum, gecikmeden dolayı özür dilerim.

Oruç kafası tarifi Cafe Portakal'dan aldığımı yazmışım -ki hala daha ordan aldığımı sanıyodum- aradım taradım yok. Meğerse Lezzet dergisinin web sitesinden almışım ;)))

Tarifi ordan, yapması ve fotoları benden ;)))

Malzemelerimizin tamamı fotoğrafta yer alıyor, ölçü falan yok hamarat olan anlar ;))

       
    Hadi bu seferlik veriyim, çünkü ben yarım ölçü yaptım şaşırtmıyim sizi, orjinal ölçüler şöyle...
       4 yumurta
       2/3 su bardağı ayçiçeği yağı
       1 su bardağı toz şeker
       1 su bardağı süt
       2.5 su bardağı un
       1 paket vanilya
       1 paket kabartma tozu
       Yarım limonun suyu
       2 yemek kaşığı rendelenmiş limon kabuğu


Keki pişirdikten sonra önceden yapıp soğuttuğunuz limonlu şerbeti kekin üzerine döküyorsunuz. Bu işlem sırasında bıçakla keki delerseniz içine daha nufüs edeceğini düşündüğümden ben öyle yaptım...

Üzeri için;

       2 limon
       1.5 çay bardağı su
       1 su bardağı toz şeker

Glazür için;

    5 yemek kaşığı pudra şeker
    2 yemek kaşığı limon suyu

En sonunda da glazürü üzerine  sürdüğünüzde aşağıdaki gibi bi kekiniz oluyo, yoğun limon aromalı


Kaymaklı dondurmayla servis önerisi de benden

Afiyet Olsun ;))))

40 Yıllık Kahve Fincanları


Kahve tutkum, fincanlarına olan zaafımı bilirsiniz...

Eskiye olan ilgimi de...

Paşabahçe'den günlük koleksiyonuma yeni parçalar eklerken, anne ve teyzelerin elindeki geçmiş parçaları da birer birer katıyorum hazineme...

Kırk yıllık kahvenin hatrı için 40 yıllık kahve fincanları sergime buyrun...



Anneminkiler


Anneannemin evindekiler


Teyzeminkiler


5 Yıl Önce 10 Yıl Sonra*

Hayır, şimdi şurda miskin miskin yataraktan, kanallar arası gezerekten, kafamda onu yapsam bunu yapsam ay yok yapma diyerek kendimi caydırıraktan iftarın gelmesini beklerken...

Bi'şi dürttü kalktım netbuğumu açtım, meğersem Beyaz Sayfa mimlemiş beni 15-20 dakka önce, hem de çok zor bi mim...

şu an sadece akşama ne yesem, pazartesi iftara gelcek misafirlerime onu mu yapsam bunu mu yapsam diye düşünmekten daha ötesi, uzun vadeli hayaller kurabilecek durumda hiç di'lim

Beyaz sayfa için kızının 15 yıl sonrası hayali bi cafe açıp işletmek, benimse onları yemek olabilir ancak :))))

Yemek hayallerini bi kenara bırakaraktan bi bakalım çıkabilcek miyiz 15 yıl sonrasından...

Hmmm, yaş kaç olcak 50

Oooo yoooo

hazır di'lim

bakıyorum bakıyorum göremiyorum hiç bi'şi

Beyaz Sayfa'nın cafesine gidiyorum ıslak kek yemeye :))))

* Başlık ararken bu geldi aklıma, eee sonuçta 15 yıl ediyo, hem böyle bi grup vardı bizim çocukluğumuzda onları da anmış olalım ;))

??? 15 yıl sonrasına da mı programlasam bu yazıyı, eğer hala burdaysak unuttuğumuz bu anı hatırlatır bize hem ben o zaman cevap yazarım ;)))

valla da yaptım :)))