Salı, Şubat 27, 2007

İkizler


Zaman nasıl da akıp geçiyor. Daha dün gibi doğumlarını beklemek; Ayşegül'ün her geçen gün büyüyen karnını takip etmek; hastane odasında minicik bedenleri, minicik çığlıklarını duymak. Yaşama alışma mücadelelerini seyretmek.

Ne zaman büyüdüler de 1 yaşında oldular?

Yarın ikizlerin doğumgünü 28 şubat.

Hafta içi zor olacağı için cumartesi günü küçük bir partiyle kutladık.

Gürkan ve Gözde için benim hediyem Tema'nın Antalya'daki hatıra ormanına fidan diktirmekti. Ne alacağım oyuncak ne de bir kıyafet seneye bile kalmayacak. Oysa ki fidanları onlarla birlikte büyümeye devam edecek.

Gözde, Gürkan ve güzel anneleri

Cuma, Şubat 23, 2007

Peri Masalları

Son zamanlarda masal okuyorum demiştim. Dün akşam Peri Masallarını bitirdim. En çok bilinen masalları Charles Perrault 17.yy'da yazmış.

Okuduğum kitap İş Bankası yayınlarından Eylül 2006'da çıkmış. İçinde Fransızca orjinal metinden kısaltılmadan çevrildiği yazıyor. Eğer bu bilgi doğruysa masalın sonunda kırmızı başlıklı kızı kurdun karnından avcı kurtarmıyor. Kurt kızı yiyince masal bitiyor.

Uyuyan güzeli prens öpünce, bir ömür boyu mutlu yaşamıyorlar. Prens'in dev soyundan gelen annesi uyuyan güzeli ve iki çocuğunu savaşa giden prensin arkasından pişirip yemeye kalkıyor.

1876'da yayınlanan kitaptaki Gustave Dore'nin orjinal resimlerin kullanıldığı peri masallarında Parmak Çocuk, Çizmeli Kedi; Uyuyan Güzel; Kırmızı Başlıklı Kız; Mavi Sakal; Külkedisi gibi en çok bilinen masalları bulabilirsiniz.

Perşembe, Şubat 15, 2007

Benim Günüm

Kim ne derse desin; ne yaşanırsa yaşansın. Bugün benim günüm. Takvim yapraklarında yazmasa da Galileo ve Muhsin Ertuğrul'un yanısıra bugün ben de doğmuşum. Ha bi de Arzu.

Dün gece saatler 12'yi geçtiği andan itibaren beni kutlayan, seven herkesi ben de çok seviyorum. İyi ki onlar var.

Dün gece Maria'nın Bahçesi'nde keyifli bir yemek yedik. Gece uzayınca 12'den 15 Şubat'ın ilk kutlamasını yaptık.

Ben sabah 8'de doğmuşum. Erkenciyim yani. Henüz 11 saatlik bir bebektim 30 yıl önce.

Yazarken söylerken çok büyük gibi geliyor 30. Çok uzaktı sanki. Ama geldi. Bakalım daha kaç sene gelip geçecek ömrümüzde. Kimler eklenip, kimler çıkacak hayatımızdan.

Kim gelirse gelsin, kim giderse gitsin hep iyilikler, güzellikler, sevgiler, umutlar olsun hayatımızda.

Ben de sizi çok seviyorum. İyi ki varsınız.

Çarşamba, Şubat 14, 2007

Sevdiklerinizin Vaktidir

Yılın bu zamanları güzeldir. Bu sene benim için de yeni bir dönemin habercisi, yeni şeylerin başlangıcı gibi geliyor bana. Daha güçlü daha umutluyum. Üstelik en sevdiğimin artık olmayacağını bilmeme rağmen.

Allah'ın verdiği güce şükrediyorum.

Malum; gün sevgililere. Sevgilisi olmayanlarsa kuytulara çekilsin diye üstüstüne gidiyor. Ama biz bu akşam sevgililere inat, sevdiklerimizle kalabalık bir grup kuzenler Maria'nın Bahçesi'nde yemekte olacağız.

O sevilen, beklenen, vazgeçilmezim artık yok. Ama biliyorum dostlarım hep var.

Sevgililer günü değil de; sevdikleriniz var olsun, kutlu olsun.

Pazartesi, Şubat 12, 2007

Pazar Kaçamağı

Sabah erkenden yola koyulup inşaat makinaları, bitmemiş inşaatlar, sinsi sinsi büyüyen betonların daha yeşili vaadden ama acımasızca yeşili kemiren yeni yaşam alanlarının içinden geçip Şile’de bir köy kahvaltısı yaptık. Ortada kuzinenin yandığı bakımsız bir köy evinde hayatımın en lezzetli melemenini yedim.



Bahçede birbirinin tüyünü yolan kazları ayırmaya çalışmak, yalnızlıktan sıkılan tek başına kalmış tayın kalabalık ararcasına aramıza sokulması, kapıda bağlı kangal köpeği günlük yaşantımızın ne kadar da dışında.

Şile sahiline giderken yol kenarlarında zamansız açan bahar çiçekleri; hala sararıp düşmeyi başaramamış kırmızı yapraklarla hoş bir görüntü oluştursa da içimi acıttı. Durun daha açmayın, henüz zamanı değil.



Şile kumsalı yazın kalabalığına inat sessizliğiyle, çarşaf gibi deniziyle hırçın Karadeniz’de değil de bir göl kenarındaymış hissi uyandırıyor insanda. Eline geçen her fırsatta doğaya karışmaya çalışan bir yonca olarak kumsalda ayakkabılarımı çıkarıp yürümeye ve hızımı alamayıp soğuk sulara karışmaya çalışırken buldum kendimi. Bir dakikadan fazla suda kalmak mümkün olmadığı için, 1 dakika suda 3 dakika kumların üstünde.



Kesmezse Şile; yol devam ediyor.

Ağva’ya. İki nehrin arasına

Anlatmak bazen basit kalıyor, görülenleri hissedilenleri. Fener’in önünde durup çarşaf gibi denizi seyretmek, güneşin suya düşen ışınlarının yarattığı yolda yürümek geliyor içinden.



Ama son vurucu hamleyi de yaparım diyorsanız. Fener’in biraz aşağısında derenin kıyısında bekleyen küçük motorlarla ister derenin derinliklerine ister denizin büyüsüne kapılabilirsiniz. Bizim tercihimiz deniz yönünde oldu. Gelin kayası ve doğanın muhteşem eliyle kusursuz şekillenmiş diğer kayalar.


Bir masalmış gördüklerin, kayaların arkasındaki kuytuluklar, denizin altındaki bitkiler, başını suya sokmuş fil ve sadece teknenin motorunun çıkarttığı ses.




İnanmazsınız denizin masumiyetine diye fenerin en ucundan deniz



Ve dönüş yolunda mangalda pişenleri yemek, üşüyüp yanan sobanın yanına girmek. Hem ne kadar uzak, hem ne kadar yakın

Cuma, Şubat 09, 2007

Özgürlük


Yavru fille ilgili yazımdan sonra evinde papağanı olan birisi olarak küçük bir açıklama yapmam gerektiğini düşünüyorum.

Hiç bir canlının doğal ortamı dışında kafeste yaşaması taraftarı değilim. Ve bu yüzden de hiç bir zamamn eve bir canlı almadık. Ama gel gör ki bizim papağanımızın hikayesi biraz farklı. O tanrı misafiriydi ve kabul etmemek olmazdı.

2000 yılında Nisan'ın ilk günleri akşam ezanı yeni okunmak üzere, etraf karanlığa yakın. Mutfak camı bir karış kadar açık ancak jaluzi kapalı, arada bir rüzgarın etkisiyle hafifçe aralanıyor. Ve bu aralanmaların birinde bizim misafirimiz camın önündeki çöp kovasının kapağına inip yeni evine merhaba diyor.

Tabi hiç bir şey anlattığım kadar kolay olmadı. Annem bırak kuşu; kuş tüyü üzerine konulan çikolatayı alamayacak kadar kuştan korkan birisiydi. Loş mutfakta bağırarak uçuşan güvercinden daha büyükçe bir şey, panik, korku. Ne yapalım, ne edelim bakabilir miyiz derken. Tam 7 senedir, hayatımızın vazgeçilmezi oldu. Dışarı bıraksak ya bir martı kapacak yada soğuktan ölecek. Yemek bulabilir mi acaba diye düşünüp durduk.

Kocaman bir kafes alıp, onu elimizden geldiğince mutlu etmeye çalıştık. Bir kaç sene önce yaşadığımız bir olayla da onu bıraksak bile bizden ayrılamayacağını anladık.

Yaz'dı. Kafesi yazları genelde balkonda durur. Babam suyunu değiştirmek için su kabını aldığında o bölümün kapısını kapatmadan içeri girmiş, bizimkisi de kafesten çıkıp balkonun demirine uçmuş. Yani bizden uzaklaşması bir kanat çırpışına kalmış. Annem onu orada görünce kendini kaybetti.

Bir ömür gibi geçen saniyelerden sonra kanat çırptı.

Ama özgürlüğe.

Yani sevdiklerine.

Sevdiklerin olmadan dünyanın güzellikleri nasıl bir şey ifade etmiyorsa, papağanımız içinde sınırsız gökyüzü değil sevildiği sevdiği yerdi tercih ettiği.

Çok bilinen bir söz vardır. Sevdiğini özgür bırak gitsin dönerse senindir; dönmezse zaten hiç senin olmamıştır.

Her akşam yemek saatinde çıkar evin içinde bütün odalarında uçar, banyoda birisi varsa kapısında bekler, mutfağı karıştırır. Bi bakmışsın aspiratörün üstünde, açık dolap bulduysa içinde, tülde, bizim odada bilgisayarın üstünde arkasında, bazen televizyonun üstünde bir uçtan bir uca volta atar.

Meyva, kuruyemiş yiyen varsa onun yanında, vermezse omzunda, samimi olduğu biriyse neredeyse ağzının içinde; taki payını alana kadar.

Bazen de uçmaktan sıkılıp gitmek istediği yerlere paytak paytak yürüyüşüyle gider.

Perşembe, Şubat 08, 2007

Kötüyüm Ben Kötüyüm!

Hınzır bir reklam şu "kötüyüm ben kötüyüm"

Bir mikrop bu kadar mı sevimli olur? Ona ses verenin de hakkını yememek lazım, onu bu kadar sevimli kılan biraz da o.

"kötüsün sen kötüsün"

Reklamı bir kez daha izlemek isterseniz.

Kötüyüm ben kötüyüm

Hoşuma giden, ama içimi burkan diğer bir reklam da sirkte büyümek zorunda kalan yavru filin kafeste kurduğu hayal. Ben o fili evlat edinip kafesten kurtarmak istiyorum. Bütün canlılar doğal yaşamlarında özgür olmalı.

Sirkte kullanılan hayvanlara özgürlük!!!

Sirkleri, hayvanların doğal ortamlarından kopartılıp gösteri yaptırıldığı her yeri kınıyorum. Ve böyle yerlere gitmeyin, çocuklarınızı da götürmeyin.

Yavru Fil :...(

Sen Çok Değerlisin

Sen teksin.

Yaşadıklarınla, hissettiklerinle, hüzünlerinle, mutluluklarınla, hayallerinle bir teksin.

Geçen her gün 1 artı 1, başladığın her sabah tek başına sadece yeni bir 1.

Ertelenen, beklenen; nereye, ne zamana kadar?

Bugün son belki...

Ama sen çok değerlisin

Pazartesi, Şubat 05, 2007

Döndüm

Yeniden yazmak için; yaşamak için; paylaşmak için; gülmek için; hayattan keyif almak için...

İşte döndüm burdayım :)

Dostlar, inanç, kendi dışına çıkıp kendine ordan bakmak, şükredebilecek ne kadar çok şey olduğunun farkına varmak; yeni bir yaş; mükemmeli ararken neleri harcadığımızı görmek ve en çok da kendi kendine ettiklerini bütün dünya bir araya gelse edemeyeceğini bir kez daha anlamak ve artık kendi kendine bunu yapmamak.

Tedavim işte bunlar.

Dostlarım; yazacak çok şey var ama hiç bir cümle tam karşılığını vermeycek gibi geliyor. Önce hep birlikte ağladık. Herkes kendi içinde biriktirdiklerine. Sonra biz napıyoruz birbirimize dedik. Küçük mutluluklarla birbirimizi motive etmeye başladık. Bir parça çikolata, küçük notlar, küçük hediyeler. Sonra gülümsemeye başladık, birbirimizi gülümsettik.

Eski yazdıklarımı okudum. Blogumdakiler değil, kişisel notlarımı. Nasıl bir çemberin içine sıkışıp, hep aynı yerleri turladığımı farkettim. Başkasını suçlasam da; o çemberi yaratan da içine kendimi hapseden de bendim. Kırdım çemberi.

Astrolojiyle ilgili bir makalede 29 yılda bir insanların döngülerinin değiştiğini okumuştum. Ben de ilk 29'luk döngümü sonlandırıyorum.

Tabiki son dönemlerde yaşadığım bu sıkıntıların gerginliğin tek nedeni kendime yaptığım psikolojik sabotajlar değildi. İşteki yoğunluğum, problemler, şaşan hedefler ve programlar, belirsizlikler.

Ama fırtına çıkmadan, yağmur boşalmadan taze bir başlangıç beklenemez. Suda batmaya başlayınca çırpınarak yukarı çıkılmaz; dip yapıp tabandan aldığın güçle soluksuz kaldığın sudan sımsıcak güneşe bakıp nefes alabilirsin ancak.

Şimdi her şey mükemmel mi? Hayır değil. İşler yoluna mı girdi, daha mı az yoğunum? Hayır.

İstersen sorunlar hep orda var, arada bir gelip kapımı çalmıyor da değiller hani. Ama yok. Gidebildiği yere kadar ben güzellikleri götüreceğim.

Çok istemiştim. Bugün kar yağıyor.