Perşembe, Aralık 31, 2009

Çarşamba, Aralık 30, 2009

Teşekkürler

Yılbaşı kartlarını planlamak, yazmak, göndermek benim için başlı başına bir keyif süreciydi. Çok mutlu oldum.

Postaya verdiğim gün bitti büyüsü, hafızamda güzel bir anı oldu.

Ama cumartesi gününden beri kartımı alanların arayıp hissettikleri güzel duyguları benimle paylaşması yeni yıl dileklerime karşılık vermesi bu keyfi uzattı, uzattı kocaaaaman bir mutluluğa çevirdi.

Benim için bu dönüşleri özel kılan diğer şey de; blogum vasıtasıyla tanıştığım güzel insanlarla sanaldan gerçeğe dönüşen bir arkadaşlığın ilk seslerini duymak...

Velev Ki Ciddiyim!

Gülse Birsel'in son kitabının 15 baskı yapması hakkında yazmıştım bi önceki yazımda. O gece hızımı alamadım bi de Gülse'ye mesaj attım. Hem 15. baskıyı tebrik etmek için hem de içinden çıkamadığım matematik hesabı için.

Sağolsun, hemen cevap verdi.

Bi baskıda 2 bin tane basıldığından, çok talep olunca böyle olmuş ve şu anda 17. baskıdaymış.

Gazetecilere, köşe yazarlarına Sabri bey -Bizimkiler dizisindeki Sabri bey, Allah rahmet eylesin- gibi mektup yazasım mesaj atasım yoktur ama yaptım.

Pazartesi, Aralık 28, 2009

Tem'i basan dinozorlar beni mi yedi ne, bi haftadır bi satır yazı çıkmamış elimden. Çok ayıp.

Yıl sonu, yılın bütün kiri tortuları gelip tıkanıyor süzgecin ağzına. Yıllar sadece sayı ama 1-2 derken bazen ruhumuzdan 3-5 sene götürüveriyor hiç anlamadan.

Dur diyemiyosun bu gidişe; bata çıka kaylara vura çarpa yaralana berelene de gitmek de var; suyun üstünde akışa uyup huzurla sakin sakin salınmak da var.

Suyun üstünde kalma teknikleri geliştirmek lazım.

Velev Ki Ciddiyim!

Gülse Birsel'in son kitabına başladım dün gece. Kitabın sağın solunu incelerken kapağındaki 15. baskı dikkatimi çekti.

Allah Allah bu kitap ne zaman çıktı, nasıl haberim olmadı diye düşünürken. İlk basım tarihini öğrenmek için iç kapağa geçtim.

İlk Basım: Aralık 2009
15. Basım: Aralık 2009

Yok böyle bi şey 1000'er 1000'er mi bastılar bu kitabı. Aralık'ın 1'inde çıktıysa kitap 2 günde bir baskı yapsalar yine tutturamadım hesabı.

Gülse'ye mi sorsak acaba :)))

Salı, Aralık 22, 2009

Dinazorlar TEM'de

Bu akşam Levent'ten Tem'e bağlandığımız 5 dakikalık yolu tam 55 dakikada aldık. Servisin koltuğunda bi sağa bi sola döne döne, kah radyo dinleyerek, kah internete girerek yolun bir an önce sona ermesini bekledim.

Her zamankinin aksine Otogar yoluna devam etmek yerine Okmeydanı sapağından kaçıverdik. Tam o sırada sağdan sola döndüm koltuğumda ve etrafımızın tırlarla, kamyonlarla çevrili olduğunu farkettim.

Bir anda kafeslerinin kapağı açılıp ortalığa saçılmış dinozorlar gibi göründüler gözüme.
-Hayatımda kaç kez gördüysem- :))))

Trafiği bu hale getirenin ne olduğunu öğrenemedim ama kısa süreli bir dinazor fantezisi yaratmış oldum.

Pazar, Aralık 20, 2009

Yılbaşı Kartları

Bu sene yılbaşı kartları yerine başka bir şey yapmayı planlıyordum. Ama Hande'yle konuşurken; "yılbaşı üzeri posta kutumda bulduğum kartın göndereni mutlaka sen olmalısın" sözü çok dokundu bana.

Hemen kart alışverişini düşünmeye başlamıştım ki; ertesi gün evren enerjimi algılamış olmalı ki İş Kule'ye Unicef standını gönderdi ;))

Sonra hangi kalemle yazmalıyım telaşı, D&R'da tek tek bütün kalemler denendi. En güzel iki tanesi seçildi.



Bugün oturup yazdım kartlarınızı, sevgiyle tam 3 keyifli saat geçirdim onlarca kartı ve zarflarının üzerini tek tek elle yazarken.

Varsa başka yılbaşı kartı isteyen adresini bırakabilir. (adres yazdığınız yorumları yayınlamam merak etmeyin)

Perşembe, Aralık 17, 2009

İç Organ mı, Dış Organ mı?

Öyle bebekli çocuklu yazıları bana pek lazım olmadığı için okumam. Ama geçenlerde Kelebek'te Pınar Reyhan'ın "Oğlum Başıma Bela" başlığı dikkatimi çekti.

Ertesinde Emo'nun yazısını okumak için haftasonu Hürriyet Çocuk'u merakla bekledim.

Bugünkü yazıda da Emo bitirdi beni :))))) Annesi anlatıyor maceralarını...

"Yaptığı iç organlar afişinde bir erkek çocuk var. Kalbi, böbrekleri, bağırsakları her şey tamam ve öyle komik ki. Rengarenk ve bir masal kitabının içinden fırlamış gibi. Ancak bir terslik var. Çocukta bir de pipi var...

Babası diyor ki “Oğlum şimdi sen bu afişe iç organları koymalısın, bence pipi iç organ değil”...

Emo cevap veriyor: “Hayır, pipi iç organ.”

Ve aynı diyalog yüzlerce kez tekrarlanıyor. Bora açıklamaya çalışıyor, yapamıyor ve bana gelip söylüyor. Akşam biz kendi aramızda gülüp eğleniyoruz, sabah ben söylerim okula giderken diye karar veriyoruz ve olay başlıyor.

Saat sabahın 07.99 suları. Konuyu açıyorum...

“Annecim, pipi iç organ değil bence, emin misin?” diyorum.

“Anne, kapa konuyu. Pipi iç organ, karar verildi” diyor.

“Ama okulda arkadaşların böyle yapmazsa veya sana ayıp yapmışsın derlerse üzülürsün” diye ekliyorum.

“Anne bana bak” diyor gözlerini açıp kafasını eğerek, sinirle ve devam ediyor:

“Senin pipi var mı? Yok! Yani pipinin ne olduğunu, nasıl çalıştığını falan sen bilir misin? Senin pipin olmadığına göre bilemezsin. Pipi içerde mi dışarda mı bilemediğine göre neden bana bu konuyu hatırlatıyorsun sürekli, yeter yaa...”

Sesim kısılıyor. Sadece “ama...” diyebiliyorum.

Bağırarak kesiyor sesimi: “Anne karar verildi diyorum sana, pipi iç organdır, bilmediğin konular hakkında konuşma demiyor muyum ben hep sana!”

Ben “Sen bilirsin” diyorum...

O “Tabii ben bilirim, pipisi olan benim” diyor.."

Şimdi ben düşünüyorum pipi iç organ mıdır, dış organ mı?

Mesela nedir dış organlarımız el, ayak, burun, kulak falan filan. Hepsinin ortak özelliği -çok soğuk haricinde- genelde dışardalar.

Yani dış organlar.

Ama pipi öyle mi; hep içerde.

Ben Emo'ya katılıyorum "iç organdır" :))))

Sizce ?????

Çarşamba, Aralık 16, 2009

Yüksek Sesli Düşünceler

Kim bilir kaç saattir sıcak suyun altında durmaktan büzüşmüş bembeyaz olmuş parmaklarım.

Düşünüyorum, pek çok şeyi. Pek çok kişiyi.

Kalabalık bir topluluk, parlak ışıklar, bir sahne etrafında onlarca masada pek çok kadın ve erkek. Önceden öğretilmiş rollerini oynuyorlar. Sonun başlangıcını mı, yeni yılı mı kutluyorlar bilinmez. İlk ve son kez bir araya gelecekler. Bir daha o çatı, çatı olsa bile onlar olmayacak. Kimi farkında kimi di'il. Acı bir tebessüm sadece.

Bir kadın; rönesans dönemi İtalya'sında uzun boylu, esmer, ince yapılı, kocaman kahverengi gözleri ve koyu kestane saçlarıyla. Döneminin ötesinde birilerini bir şeyleri kurtarmaya çalışıyor, korkusuz, biraz da hesapsız. Haksızlığa boyun eğmeyen, eğdirmeyen. Asi ruhlu. Ne yazık ki darağacında son buluyor kavgaları.

Buluyor mu?

Bedeni son bulsa da, ruhun kavgası hiç biter mi?

Başka bir bedende; belki biraz daha sakin biraz daha korkak,

Boğazına dayanan bir şey giydiğinde boğulacakmış gibi hissedip bilmeden geçmişi, elini boynuna götüren; içindeki kavgaları bitirmek için İstanbul'un kucağına doğan...

Bir adam; masalın kahramanı.

Kahraman?????

Kimin?

Neyin?

Hangi masalın?

Masal var mıydı?

Ne zaman başlamıştı?

Nerde bitmişti?

Kim uyuya kalmıştı?

Anlatan mı, dinleyen mi, kuran mı?

????????????

Pazartesi, Aralık 14, 2009

Jönümüz

Gökhan Tepe'nin son klibi "özlüyorum çok"; Gökhan Tepe şarkılarını sevmenin ötesinde başka bir keyif veriyor bana.

Ailemizin jönü Ceyhun; bu klipte oynuyor.



Video klibi de burda

Kitap Toplama Kampanyası

Geçen sene evdeki kullanılmayan kitapları ayıklamış,TNT'nin yaptığı kitap toplama kampanyasına vermiştim.

Bu akşam posta kutumda bu kartı buldum. Hoş bir jest olmuş. Hande'ye de gelmiş aynısından. Daha bugün anlattı.

Pazar, Aralık 13, 2009

Karaduman Kadınları

Dayımın telefonu domino taşlarının en başındakine ilk darbeyi yavaşça vurdu.

Telefon kapandıktan sonra, dayılarımla ilgili daha doğrusu onların beden dili ve olaylara verdikleri tepkilerle ilgili yorumlar yaptık. Hepsinin ortak bir beden dili ve tarzı olduğunda hem fikirdik.

Ben de hacıbabamın tarzı nasıldı diye merak ettim; onunla benden daha uzun yıllar yaşamış olan diğer kuzenlerime, teyzeme, anneme sordum. Çünkü ben onu çocuk gözümle tanımıştım.

Arif abim ince esprilerinden, şakalarından, sinirlendiğinde başını öne eğip, yavaştan başlayıp yükselen ses tonuyla son sözü söyleyip noktayı koyuşunu anlattı. Delikanlılığının başında gömlek cebinde taşıdığı sigara paketine dokunup "memelerin mi büyüdü senin?" diye soruşunu...

Ayşen ablam 2 gün önce onu rüyasında gördüğünü ilk kez o masada anlattı. Hepimiz susup onun ağzından çıkacak kelimeleri beklemeye başladık.

Öyle ya o hacıbabamı görmüştü.

Uzun süredir hiç birimizin göremediği, çok özlediği, sanki rüya değil de gerçekmiş gibi.

Sarı kısa kollu gömleği varmış üzerinde, Ayla ablamın düğününde giydiği.

Mehmet dayımlarda kaldığı gözlerinin görmediği dönemde açık bıraktıkları banyonun ışığını, açtığını sanarken kapatmasını; Ceyhun'u sevişini, şakalarını ve daha pek çok anıyı konuştuk.

Artık hepimizin gözleri ıslaktı masada.

Tüm torunlarını çok severdi ama o an o masada en çok sevdikleri vardı şüphesiz. Yanımızda olsa çok mutlu olacağı bir zamanda.

Gözleri görmediği ve hasta olduğu dönemde Ayla ve Ayşen ablamlarda; Fener'deki evde Arif abim ve bizlerle, Rize'de olduğu zamanlarda Aynur ablamlarla en çok vakit geçirdikleriyle. Annem ve teyzemden bahsetmeye bile gerek yok.

Büyülü bir an, onun da yanımıza gelip "beni de hatırlayın" dediği....

O an düşündüm...

Tesadüf olamazdı bu gece mutlaka onun için ve onun gibi bahsettiğimiz şimdi yanımızda olmayan Hacıannem, Fatma yengem ve Sadık eniştem için yapabileceğim tek şeyi yapmalıydım.

Eve dönünce yaptım...

Bu fotoğraf dün geceden. Bazılarımızın soyadları değişse de, her zaman ruhunda Hacı Arif Karaduman'dan bir parça taşıyan Karaduman kadınları diyorum ben kısaca.

Hepinizi çok seviyorum.

Perşembe, Aralık 10, 2009

Kurabiyem

Sadık okuyucularımdan biri duymuş çığlıklarımı :) Ne yapmış etmiş bulmuş bana kurabiye kalıbımı. Kurabiye yapmayı bekleyemedim kalıbı kullanmak için.

Meyvelerden dört yapraklı yonca huzurlarınızda...

Teşekkürler Dilek :)))

Pazar, Aralık 06, 2009

Öğrendim

Bir sırdaşım var. Kod adı Berber :)) -mesleği değil-

Arada bir ama düzenli olarak görüşüyoruz. Bendeki beni bu aralar en iyi o anlıyor galiba. Ben kendimi fazlaca hırpalamaya kalktığımda benim elimden beni kurtarıp, beni de kenara çekip sakin olmamı öğütlüyor.

Nedenini bildiklerimi ama bildiklerimi idare edemeyişime o anlam veriyor. Cumartesi günü karşılıklı kahvelerimizi içip konuşurken çok eskilere gittik.

Hatalarımı tekrar etmiyorsam bugünü onlara bağlamamam gerektiğini;

çok sevdiğim olsa bile, isteyerek yapmasa bile yaramı kaşırsa kanayan yaramın kanının en çok ona bulaştığını gösterdi bana.

Şans Kurabiyeleri -devam

Cumartesi günü Eminöne gittim. Pastacı malzemeleri satan tüm dükkanları tek tek dolaşıp "dört yapraklı yonca kurabiye kalıbı var mı?" dedim. Bi tanesi -kurstan falan mı istiyorlar, çok ilginç hiç ısrarla soran olmamıştı- diyip bana manyak muamelesi yaptı. Dergide adres gösterilen Yüksel Ticaret kalmadı haftaya gelir dedi, umursamazca.

Onun karşı sırasında biraz daha aşağıda başka bi dükkana sordum. Olduğundan emin değillerdi ama torbaları, bucakları karıştırıp bi kalıp buldular. Ama tek bir kalıba 15 TL istedi. Bi daha sordum yanlış anladığımı düşünerek. Maalesef aynı cevap. Neden dedim. -ithal- dediler.

Hala kaldı mı "ithal bu, onun için pahalı" ?????

Kalıptan vazgeçmiş değilim, haftaya Yüksel Ticaret'e bi daha uğramayı düşünüyorum. Ama o da 15 derse naparım bilmiyorum.

Santral Otto

Bilgi Üniversitesi'nin Silahtarağa'daki eski havagazı fabrikasını kampüse dönüştürdüğü yeri görmenizi öneririm.

Henüz gündüz gözüyle görme fırsatım olmadı ama yemek için iki mekanını deneme fırsatım oldu. Geceleri gizemli ışıklandırılmış binaları, havalandırma bacaları, bahçedeki heykel ve kayıkla sisli bir gecede korku filmlerinden fırlamış gibi.

Daha önce Tamirane'de yemek yemiştim, dün akşam da Otto'yu denedik. Yüksek tavanları ve binaların dışındakine benzer kırmızı ve mavinin ağırlıklı kullandığı ışıklandırmasında tavandan sarkan dev bir deniz anasını andıran avizeleri favorim.


Yemek olarak seçenek çok. Ancak ben vejeteryan pizzayı denedim. Menüdeki pizzaların bazılarında domuz eti kullanılıyor, sipariş verirken garsonun bunu hatırlatması iyi oldu.

Gecenin en ilginç tarafı yemeğin sonunda bir bardak içinde masaya bırakılan pastel boyalardı. Onlarla na'pacağımızı anlamak için önce etrafa bakındık. Sonra masa örtüsü yerine kullanılan ve masayı boyadan boya kaplayan kağıt menü üzerinde yaratıcı çiziktirmeler yapmamız için bırakıldığını anladık.


Malum kampüs bölümünde yaratıcı insanları barındırıyor, yemek sırasında gelen ilhamların kaçmaması için düşünülmüş zarif bir sunum.

Başarılı çizimlerden bazıları da zaten mekanın duvarlarını süslüyor.

Sakin ve keyifli bir yemek için önerebileceğim bir mekan, ama sıklıkla partilere ev sahipliği yaptığı için gitmeden önce aramanızı öneririm. ama benim gibi Otto olmazsa Tamirane, Tamirane olmazsa Otto'da diyebilirsiniz.



Perşembe, Aralık 03, 2009

Şans Kurabiyeleri :)

Sofra dergisinin bu ayki sayısında Şans Kurabiyelerini görebilirsiniz. Köşenin yazarı bir blogger

www.misscilek.blogspot.com




Kalıpları Eminönü'nden bulabilirmişiz. Haftasonu bi aksilik olmazsa bu kalıplara sahip olmalıyım.

Pazartesi, Kasım 30, 2009

Tema Görselimiz

Sevgili kardeşimin yardımlarıyla blog tema resmimi oluşturduk. Aralık ayı boyunca göreceğiniz temamızın ana fikri yeni yıldan beklediklerimiz.

Aşk, para, mutluluk, sağlık, eğlence veee huzur

by Yavuz
İsmimizle benzeş bazen ruhlarımızın birbirimize değdiği 4 yapraklı yoncasına sıkı sıkı sarılan bir ruhdaşım var.

Yonca Tokbaş.

Arkadaşlarımın onun yazılarını benim sanmasıyla tanıdım onu. Bazen yazdıklarıyla yazdıklarım taşıdığı ruhlara o kadar paralel düşüyor ki ben bile şaşıyorum.

Bugün "güneş tozu" yazmış. Aynı durumda nerdeyse aynı cümlelerle yazardık, ancak bu kadar olur. Bu yüzden onun hissettiklerini öyle bir yaşadım ki :))

teşekkürler adaşım

Yonca Tokbaş'tan Sabah Güneşi

Ben kendimi hapsolmuş kısılmış, kıstırılmış hissediyorum. Duygularım bile bana ihanet ediyor. Bir şeye takıldı mı tutumunun yanlış olduğunu bile bile tutturdu mu tutturuyor. Ne dersen de, ne yaparsan yap. Başkası adına hükümler veriyor, verdiği hükümlerle müebbet yada idama karar veriyor. Neyse ki hükümleri uygulamakta acele etmiyor.

Ama huysuz, huzursuz, gergin, ağlamaklı, hırçın.

Cuma, Kasım 27, 2009

Bayram Kurabiyesi

Hamaratım bugün. Geçen hafta bi arkadaşımda yediğim ve görsel olarak da yaratıcılığa açık bir çalışma olduğu için denemekte sabırsızlanıyordum.

3 yumurta sarısı;
5 kaşık pudra şekeri,
3 kaşık kakao,
250 gr tereyağ;
1/2 paket kabartma tozu ve alabildiği kadar un.


Kurabiyeler soğuyunca eritilmiş çikolatayla dilediğiniz gibi oynayabilirsiniz üzerinde. Ben Ülker'in %70 kakaolu ve portakal aromalı bitter çikolatasını kullandım.

Mükemmel.

Aslında beyaz çikolatayla da bir şeyler yapmak istiyordum ama onun kıvamı daha koyu olduğu için rahat çalışamadım. Biraz uzman önerisi almak lazım. Belki beyaz çikolatayı bir şeyle inceltebilirsem hayallerimi gerçeğe dönüştürebilirim.

İyi bayramlar

Perşembe, Kasım 26, 2009

Benim Pastam


Bugün elime Unilever'in -Unipro- sponsorluğunda hazırlanan güzel bir pasta kitabı geçti. Yapacağımdan değil ama günün birinde 4 yapraklı yonca pastası yaptırmak gerekirse elimde model olsun diye not düşeyim dedim.

Müzede Kaçak Yolcu Var

Evimizdeki minik müzemizde çeşitli ülke ve şehirlerden sembolik hediyeliklerimiz var. Üst raf Kuzey Amerika, orta raf Asya, alt rafta Türkiye'nin çeşitli şehirlerini temsil ediyor.

Yalnız bu rafların birinde kanlı canlı bi şey var :))) Bilin bakalım hangisi????


"Beni bloguna malzeme yaptın, ısırırsam seni görürsün!!!" bakışıyla yaramaz papağanımız :))))

Cumartesi, Kasım 21, 2009

Metrobüs İnsanları

Metrobüsle seyahat iyi mi oldu kötü mü bilmiyorum, her güm yeni bir tip yeni bir olay. Aslında eğlenceli olmuyor da değil.

bu da dün akşamdan.

25-35 yaş arası bir kadın. Metrobüste oturmuş kitap okuyor. Buraya kadar her şey normal. Bi ara burnunu sildiğini gördüm sonra da gözünü. Herhalde nezle dedim.

Fakat sıklıkla gözlerini siliyor. Bir süre sonra bi baktım yanaklarından yaşlar süzülüyor. Hem okuyor hem ağlıyor ama nasıl.

Ne okuduğunu çok merak ettim ama kitabı bir an olsun kapatmadı. Ben inerken hala ağlıyor ve okuyordu.

Sabah Çiğ Taneleri


Çarşamba, Kasım 18, 2009

Splendor In The Grass


Pink Martini'nin albümünü aldım bugün :)))

Komşu İş Sanat'ta 24 Kasım'da konseri var, ama bir ay öncesinden baktığımda bile tükenmişti biletleri :((( Artık albümle idare edicez napalım.

Fonda Pink Martini çalarken, daha romantik ve yumuşak bir şeyler yazmam gerekirdi ama bu aralar pek beslenemiyorum ;) Başka bir Pink Martini gecesinde inşallah!!!

Salı, Kasım 17, 2009

GDO'lu erkekler

Dün geceden söz verdiğim gibi bugünkü konumuz ultra metro seksüel erkekler ...

Geçen akşam -cuma akşamı- saat 8'de Levent'te Metro City'e bağlanan alt geçitten geçiyorum.

Aman Allah'ım!!! cilt bakımı yapılmış bütün fazlalık kıl tüyler alınmış, erkek ama bebek gibi suratlı, eşofmanlı ama şık, omurgası dimdik başında ansiklopedi taşıyormuşcasına yürüyen bir adam. -adam kelimesi bütün bu tanımlamalarla tezat oluşturuyor ama napiyim başka kelime bulamadım.-

bir kaç adım sonra başka bi tane. takmış koluna çantasını tıngır mıngır yürüyor. Bir kaç adım sonra başka bi tane. Hayır çığlık atmak istiyorum.

Başka bi tane metrobüste.

Allah'ım bu ülkede erkek gibi erkek kalmamış, bu GDO'lu gıdalar en çok erkekleri etkiliyor olabilir mi?

Pazartesi, Kasım 16, 2009

Haftada bi kaç akşam metrobüsü kullanıyorum. Can sıkıntısından da etrafımdakilere sarıyorum. Ki sarmasam bile gelip gözümün önünde, kulağımın dibinde duruyorlar.

Mecidiyeköy'den binen kapalı genç bir hanım. Ama kapalı dediysem trendy olanlarından. Burberry eşarp, Louis Vitton çanta. Arkadan görebildiklerim bu kadar.

Zaten Burberry'nin deseni malum. Eşarbın arkasında kocaman puntolarla da yazılı, e be kızcağızım bi de eşarbın kenarına iliştirilmiş kocaman etiketini anlamayan görmeyen kalmasın diye milletin gözüne sokmak olmaz ki.

Çanta orjinal mi tam çözemedim, çünkü Louis Vitton'la gerçek hayatta bir münasebetim olmadı. Ama ağzı açık çantadan görünen astardaki LV detayı gerçeğe yakın izlenimi veriyodu.

Bu kadar lüks marka aynı bünyede barınırken metrobüste ne işi var????

Twitter'ın methini duyuyoruz her yerde. Millet twitliyormuş nerde ne yaptığını. Herhalde ben de girsem bu işe en eğlenceli twitlerimi metrobüs'ten yazarım.

(twitter'ın jargonuna uymayan sözler yazdıysam affola, cahilliğime verin :)))

gelecek yazımın konusu ultra metro seksüel erkekler...

bekleyin!!!!

Salı, Kasım 10, 2009

Tembel oldum yine :((

Kaç gün oldu yazmayalı, ne yalan söyliyim o yazma coşkusu da uzaklaşıyor gibi yapışiyim en iyisi paçasına da gitmesin.

Bu akşam da kaçmasına izin verecektim ama yemek yiyemediğimden oyalanmak için yazıyim bi şeyler dedim.

Yemek yiyememek alternatifi blog yazmak ne alaka?????

Dişçiye uğradım eve gelirken küçük bir dolgu operasyonu ama 20'lik dişte. Basınca iğneyi hala ağzımın yarısını hissetmiyorum nasıl yemek yiyim bu halde?

Gayet açık :))))

Pazartesi, Kasım 02, 2009

Pazartesi sabahı...

Şiddetli sağnak yağış altında ofise gelmişsiniz ve her yeriniz sırılsıklam. Size inat camdan baktığınızda rengarenk bir gökkuşağı sırıtıyor karşınızda.

Camda yağmur damlaları ve dikkatle bakarsanız ikinci soluk bir gökkuşağı da arkada oluşmaya başlıyor. Yalnız cama yansıyan ofisin ışıkları da var, onu da başka bir doğa olayı sanmayın sakın :))

İyi haftalar

Pazar, Kasım 01, 2009

Mim'e Cevap

Teşekkürler Asortik beni hatırladığın için :)))

Mim'lere pek ilgi gösteremiyorum aslında tembellik mi, zor mu geliyo bilmem neden. Ama senin hatrına cevap vereceğim sorulara.

bu arada ben kimi Mim'lesem bilemedim?

Bloguna neden bu ismi verdin?

Adımla müsemma bir blogum olsun istedim. Ben Yonca'ysam blogum da dört yapraklısı olmalı dedim :)))

Bloguna yazarken star tribiyle olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?

O kadar lüksüm olduğunu sanmıyorum. Çünkü ruhumda çok gelgitler olduğu için bu aralar bloguma yazmaktan kaçıyorum. Yeter ki yazabileyim diye; en ufak bi yazma dürtüsünde tuşlara dokunuyorum. Zaman, mekan, koşul aramıyorum.

En son satın aldığın garip şey nedir?


Garip demeyelim de, aldın da ne oldu almasaydın da olurdu diyebileceğim.

Magnetli metal baharatlıklar :)))

Dekoratif ve kullanışlı olacağını hayal etmiştim. Ama lazım olduğunda kapağını çevirip dökmek için insan üstü çaba sarfetmek gerekiyor. İnsanı delirtiyor.

Şeker gibi olduğun anlar?

Bunun cevabını bulmak için bu kadar düşünüyosam bu aralar pek şeker olamamışım anlaşılan. Durumum vahim :((((

Arkadaşım, artık sormayın dediğin şeyler?

Adetten -Nasılsın?- evet bu soruyu sevmiyorum. Adetten iyiyim cevabından da nefret ediyorum. Ama hep kullanıyorum, kullanıyoruz

Aynaya bakınca gördüğün?

Asgari müştereklerde idare etmeye çalışan, bi yandan da hayatın ucundan mutlu olacak bir şeyler yakalamaya çalışan ve istemeyerek de olsa büyümek zorunda kalan bir....

Kendini okutan blog dediğin?

Samimi, farklı şeyleri anlatan, değişik, renkli, her telden

Bu blog sahibi-sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler?

Her yer :)))

Cumartesi, Ekim 31, 2009

Günün Bulmacası


bu resimde kaç kedi var sizce?

Sokak Lezzetleri - Közde Mısır

Mevsim koşulları izin verdiği sürece sokak lezzetlerine devam. Bu fotoğraflar dün geceye ait, kısmetse bu akşam kestane...


Fırının ızgarasını -üst bölümü- yakıyorsunuz. (250-300 derece) Mısırları arada bir iki santim kalacak şekilde fırın telinin üzerine diziyorsunuz. Bir alt rafta fırın tepsinin olması mısırdan akan sular yada tozların fırını kirletmesine engel olur, tavsiye ederim. Pişen tarafı çevire çevire yaklaşık 20 dakikadaközde mısır sahibi olursunuz :)

Sokakta satılan közde mısırdan farkı var mı?



Kesinlike var lezzeti. En son dışarda mısır yediğimde -yiyemediğimde- istemeye istemeye de olsa mısırı atmak zorunda kaldım. Korkunç bir şeydi.

Çarşamba, Ekim 28, 2009

Sokak Lezzetleri - Kestane Kebap


Bu aralar sokak lezzetlerine ev ortamında sarmış durumdayım.

Bütün yaz taze mısırları fırının ızgarasında közde mısır tadında yapıp evdekilere servis ettim. Fırının ızgarasını yakıyosunuz uygun yükseklikte fırın telinin üzerinde mısırları çevire çevire pişiriyosunuz. Eee tabi haliye mısırlar pişerken siz de al yanaklı olup çıkıyosunuz.

Kış dönemindeki mesleğimde kestanecilik. -İşten çıkarsalar aç kalmam ben-

Fotoğraftakiler bizzat benim kestanelerim, ben çektim resimlerini de.

Gelelim mesleğimin inceliklerine...

Önce kestanelerin kabuklarını enine kesiyorsunuz. Kestiğiniz kestanelerin üzerine örtecek kadar sıcak suyla 10-15 dak. bekletiyorsunuz. Zaten kestaneniz iyiyse o anda kabuklarını iyice açmaya başlıyor. Bekleme süresinin ardından kestaneleri süzgece alıp bi 5 dakika da suyun süzülmesi için zaman veriyosunuz.

Sonrasında alüminyum folyo serilmiş fırın tepsisine güzelce yayıp, 280 derecede yaklaşık 40 dak. pişiriyosunuz.

Bütün bu işlemlerin sonucunda yukarıdaki fotoğraftaki gibi kestaneleriniz oluyor.

Oldu da kestaneleri bitiremediniz. Kabukları soyulmuş olarak hava almayacak şekilde saklayabilir ve ertesi gün kendinizden geçerek yiyebilirsiniz.

Afiyet olsun :))))

28,5'uncu Günü Ekim'in

Salı, Ekim 27, 2009

Misafir

Hepimiz yaşarız zaman, zaman. İstemesek de, dinlemesek de sosyal alanda yüksek sesle birinin diğerine anlattıklarına kulak misafiri oluruz.

Tamam bazen konu sararsa; masadan biraz daha geç kalkmak için yemeği daha yavaştan alabiliriz, otobüste ineceğindurağa gelmeden konunun sonu gelsin istersin.

Kıbrıs'ta bir akşam yemeğinde arka masamdaki orta yaş üstü teyze, ünlü boşanma davalarıyla bu sene bi hayli magazinde adı geçen kadın avukatın marifetinin davalarını istediği hakime düşürmek için zamanlamasıyla başarı elde ettiğini anlatıyordu. O teyzenin davasını sırf bu sebeple bi kaç ay bekletmiş ve sonunda da istediklerine ulaşmışlar.

Dün akşam metrobüste...

Sırt sırta oturulan koltuklardan birinde çaprazımda arkamda kalan genç bir kızın arkadaşına görüşemedikleri dönemde yeni tanıştığı genç bir erkekle maceralarını anlatmasına kulak misafiri olmak zorunda kaldım. Kesinlikle sadece ben değilim :))

Bir arkadaşları tanıştırmış. 1,2,3,4 gün her akşam çıkışa gelmiş. Telefon, muhabbet sağlam ama sadece arkadaş modunda. Erkek bana kız ayarla diyormuş bu da kızıyor gibi yapıyormuş. Derken 5. gün kız başka bir kız arkadaşında kalmak için evden çıkmış ama delikanlı bunu ikna etmeye çalışmış.

Kız diyor ki arkadaşıma gece geç gidemem, o saatten sonra naparım. O zaman bütün gece dışarda olalım. Bu arada artık el elele falan dolaşmaya başlamışlar.

Kız bir yandan da bu kadar kısa süredir tanıdığı erkeğe güvenmediğini her fırsatta belli edip arabasının plakasını, telefonunu arkadaşlarına mesaj atmış. Arabanın ruhsatını kontrol etmiş. Ama çok da temiz bi suratı varmış, iyi insanmış.

Neyse geç saate kadar Taksim'de dolaşmışlar ama gece uzun. Arabada oturmuşlar fakat zaman geçmiyor. Delikanlı Kumburgaz'da yazlıklarına gitmeyi teklif etmiş. Gitmişler.

Öpüşme falan, yakınlaşma son sürat ama kız öyle elbiselerini falan çıkartmasına izin vermemiş, itmiş, soğuk davranmış. Bu tür davranışına da "tam Neriman oldum yani" diye açıklama getiriyor.

-Acaba bu gençler arasında yeni bir deyim mi, hani Türk filmlerinde vardır ya köylü kızı aşağılama durumları gibi. Çünkü konuşmasında bu cümleyi en az 4-5 kez kullandı-

Neyse uyumak için yanına bile yatırmamış çocuğu, ama en kötüsü de sabah evden ayrılırken eve geldikleri belli olmasın diye her detaya dikkat ederek ortalığı toplaması kızın kafasında çocuğu bitirmiş.

Bu arada çocuğun yakınlaşma çabalarına soğuk davranmasının ters teptiğini -yani bu taktik oluyo bu durumda- çocuğun ondan gerçekten uzaklaşmasına neden olduğunu söyledi.

Arkadaşı da bana bunları neden daha önce anlatmadığını sorunca -unuttum valla, hastaydın sonra Erman olayı araya girince-

Şimdi gelelim durum değerlendirmesine...

Kimsenin konuşmasına meraklı değilim ama Mecidiyeköy'den Merter'e kadar bu kadar detaylı bir anlatımı duymamak dinlememek için ölü olmak gerekiyordu.

Hızlı tüketim dünyasında ilişkilerin ne kadar çabuk başlayıp bittiğini -gerçi bundan daha hızlıları da mutlaka var-benim bir uzaylı olduğum kesinleşti.

Bu cümleyi yazdıktan sonra bi an durdum.

Uzaylı?

evet ben.

Kaç senedir aynı adamı seviyorum diye bi hesap yaparken tamtamına 9 yıl olduğunu, hem de 2 gün sonra tam 9 yılı bitireceğimizi farkettim.

Hayatımda bir kaç şey var, başladığından başladığımdan beri istikrarla sürdürdüğüm.

Sabırla, inançla, sevgiyle.

Pazartesi, Ekim 26, 2009

Canlı Canlı


İsrail Konsolosluğu önünde bugün öğle saatlerinde protesto gösterisi vardı. Göstericiler haremlik ve selamlık olarak ayrılmıştı bazıları da otobüs duraklarının tepesindeydi.

Uzun süredir burda gördüğüm en büyük protestoydu.

Bizse yukardan olanı biteni seyrettik sadece.

Pazar, Ekim 25, 2009

Aynalar

Bugün ilginç ürünlerden gidiyorum.

Geçenlerde Kağıthane'deki Euroflora'ya gitmiştim. Orada sticker aynalar gördüm. Değişik bir dekorasyon malzemesi.



İnternette ayna sticker diye aradığımda Euroflora'dakilere ulaşamadım ama başka siteler buldum. Bu arada Euroflora'da fiyatların oldukça uygun olduğunu da belirtiyim.

http://tribimshop.blogspot.com/2008/09/krlmaz-sticker-trendy-ayna.html

http://www.duvarstickeri.com/store/list.asp?action=category&idCategory=56

İlginç Pastalar

İnsan ilginç olunca, arkadaşları da ona nerde ilginç bir şey var bulup getiriyorlar. Dün bir hediye aldım.

İşte hediyem...

muhteşem, lezzetli bir pasta

ve bu pastaların satıldığı pastane.


Hemen öyle sevinmeyin bu pastalar yenmiyor, çünkü bunlar havlu :))))

Türkiye'de de bir kaç internet sitesinde satılıyor ama orjinal yerinden almak isterseniz.

http://www.prairiedog.com/shop/





Pazartesi, Ekim 19, 2009

Ye Kürküm Ye

Şu Nasreddin Hoca ne büyük adammış, ne güzeldir fıkraları. Öğretir hayatı. Çocukken güler geçersin ama çocukları büyüklerin dünyasına hazırladığını bugün daha iyi anlıyor insan.

Dünkü Hürriyet İnsan Kaynakları'nda bir köşe yazarı yazıyordu; çizgi romanlar "business"ı öğretiyor. Sünger Bob bir işletmenin başına gelebilecek tehdit ve fırsatları, Tenten ülkeler arası çekişmeleri, kaçakçılıkları.

Nerden nereye geldim :)

Uzun süredir saçlarımı sık sık kestirdiğim için banyodan sonra karıştırıp çıkıyordum, ne fön ne bi şey. Ama saçlarım hep iyi ve doğal görünüyordu. Biraz uzadıkları için baktım bu sabah şekle sokamıyorum, fön çektirdim.

Aman Allahım o da ne :0

Sanki beni baştan yarat programına katılmışım da, bambaşka biri olmuşum.

Ne o bugün doğum günün mü; toplantın mı var? Saçın çok yakışmış, bugün çok renklisin dikkatimi çekti falan falan....

İsyan ettim sonunda, "ama bütün yaz giydiğim o rengarenk kıyafetlere haksızlık buuuuu"

Ne mi giyiyordum; siyah etek, kırmızı bir triko ve siyah üzerine kırmızı çiçekli bir ceket amaaa en büyük artı fön.

Eyyy kuaförler siz olmasanız kim bakar bizim yüzümüze ;))))

Pazar, Ekim 18, 2009

Yağmur

Az önce yağan sağnak yağmurun ardından çam ağacının iğnelerinin her birinin ucunda biriken su damlaları, akşam üzerinin hafif karanlığında sokak lambalarının ışığının yansımasıyla elmas taneleri gibi parıldıyor.

Ömrümde ilk kez bu akşam gördüm.

Daha önce görmüştümde mi farketmemiştim yoksa hiç görmemiş miydim?

Belki tüm koşullar aynı anda oluşmamıştı.

Sadece 30 saniye görebildiğim bu olağanüstü manzaraya radyoda çalmaya başlayan Lara Fabian - Adagio'yu ekleyin.

Karşı konulmaz bir istekle yazmak istedim. Tesadüf defterim ve kalemim hemen yakınımdaydı.

Her şey beni etkilemek için tek tek bir araya geliyor gibiydi. Bi süre sonra radyo kanalları arasında gezinirken uzun süredir dinlemediğim ama çok sevdiğim başka bir şarkı çalmaya başladı.

Nalan Altınörs >"Değdi Saçlarına Bahar Gülleri"

değdi saçlarıma bahar küleği
nazende sevgilim yâdıma düştün
sevenin bahtına bir güzel düşer

sen de tek sevgilim aklıma düştün
nazende sevgilim yâdıma düştün

gözlerim yoldadır, kulağım seste
ben seni unutmam en son nefeste
ey ceylan bakışlım, ey boyu beste

gurbette sevgilim aklıma düştün
nazende sevgilim yâdıma düştün

sensiz dağ yoluna çıktım bu seher
öksüz kumru gibi güller lâleler
"sen niye yalnızsın?" sordular eller

gurbette sevgilim aklıma düştün
nazende sevgilim yâdıma düştün

Cumartesi, Ekim 03, 2009

Tavanarası Resimleri

Söz verdiğim gibi kalem kutusunu buldum ve fotoğrafladım. Malum dolabı açmışken elime eski günlerden gelen bir kaç parçayı daha gösteriyim dedim.


Çantalarımız 83-84 yıllarına ait. Kırmızı ablamın, beyaz benim. Takıp omuzumuza hanım hanımcı gezerdik. Herkes bayılırdı bize :)))

Pastel boyalarsa teyzemin lise yıllarından bize kalan, mazisi 70'lere dayanan oldukça kaliteli hala içinde boya yapılabilecek kadar kalmış.

Nasıl kalem kutusunu doğru tarif edebilmiş miyim?

Pul koleksiyonumuz. İlkokul yıllarında ablamın başladığı bizim de zaman zaman ona yardım ettiğimiz bir hobi. ECA'nın 20. yıl pulları 77 yılına ait. En eski pulumuz sanırım 1930 yılına ait. Onu da üzerindeki damgadan tahmin ediyorum ama çok emin değilim. Çünkü pulda arapça yazı var.


Bu da ödevlerden seçmeler. Ablamın 5. sınıftaki Türkçe ödevi yani sene 1985 olsa gerek. Diğeri de ortaokuldaki resim dersinden. İşlemi yapacağınız alanın içine önce yapıştırıcı sürüyorsunuz sonra renkli el işi kağıdını sivri uçlu bir şeyle bastırarak kopartıyorsunuz. Minik minik parçalardan oluşan hoş bir şey çıkıyor ortaya. Onun da üzerindeki tarih 1987.

Hep ablan hep ablan yok mu senin bir şey diyenlere.

Ben biraz dağınık, eşyalarıma özensiz bir çocuktum. Ama geçen yıllarla ben değiştim. Düzenli, titiz, hassas, değer bilir oldum çıktım. Biraz tersine döndü düzen. Ben sahip çıkar oldum eskilere.

Salı, Eylül 29, 2009

İşte ben bunun için kendime bir şeyler yazmak için bilgisayarın başına oturmuyorum.

Öyle doluyum ki, kendimle bir konuşmaya başlasam o kadar çok şey anlatacağım o kadar çok ağlayacağım ki ne kimse susturabilecek, ne durdurabilecek.

Bu gece hiç böyle bir havada di'ilken. Son zamanlarda blog arkadaşlarım neler yapmış diye bi bakıyim dedim. Moonsun "Hoşçakalın" demiş, hem de altında çoook şeyin olduğunu hissettiğim cümlelerle; Aslı Cin'in doğumgününde artık hayatta olmayan kardeşinin telefonundaki hatırlatmanın çalması ve bi kaç şey daha. Güçlü bir el hızla arkadan vurdu ve beni diz kapaklarımın üzerine yere düşürdü.

Kaldım öylece.

Ağlamaya başlarsam susmam biliyorum onun için ağlamıycam.

Kalem Kutusu

İlk kalem kutum, dikdörtgen ahşaptan gerektiğinde cetvel gibi kullanılabilen kayan bir kapağı ve kapağın üzerinde de taş devri karakterleri vardı. O dönemlerde her şeyi kemirme huyum olduğumdan -neden yaptığım hakkında bugün bile bi fikrim yok- bi sene dayanmadan tarih oldu.
Oysa ablamın ki hala dolaplarda bir yerde duruyor. Bulursam resmini mutlaka eklerim.

Okullar başladı diye değil bu kalem kutusu muhabbeti.

Kalemlerimi, silgilerimi kemirsem de kırtasiye malzemelerine her zaman tutkuyla bağlanmışımdır. Geçenlerde özel bir hediye ararken www.kalemkutusu.com 'daki kalemler tutkumu ateşledi.

Allahım o nasıl kalemler, ne işçilik, ne zarafet eee tabi bi de ne fiyatlar. Küçük bir servet bazıları.

Ama sitenin güzel tarafı her bütçeye uygun bir şeylerin olması ve istediğiniz kalemin üzerine yazı yazdırabilmeniz.

Verdim siparişimi yazılmasını istediğim şeyleri de belirterek. Kısa bir sürede kalemler elimdeydi ama ne yazık ki özellikle yazılmasını istediğim tarih kısmı yazılmamıştı.

Sağolsun firmadakiler, hassasiyetimi anladılar. Gelip kalemleri benden aldılar, yeniden yazdılar ve istediğim güne hazırlayıp teslim ettiler üstelik ben istediğim gibi olmaz endişesi taşıyarak nerdeyse tarihi yazdırmaktan vazgeçiyordum. Kendileri arayıp ilgilendiler.

Geç bi teşekkür oldu ama www.kalemkutusu.com işini çok iyi yapıyor.

Özel bir şeyler yaptırmaya kalktığınızda hep bi terslik olur, istediğiniz bir seferde olmaz ya; biraz ondandı benim yaşadığım.

Pazar, Eylül 27, 2009

Tam bir ay olmuş bloguma uğramayalı :(((

"Ramazan nedeniyle tadilattayız" tabelası assam yeriydi. Ama ortada tadilat falan yok. Aslında benim sağlam bir tadilata ihtiyacım var ama nerden ve nasıl başlayacağımı bilemediğimden sürünüyorum.

Bayram sonrası küçük bir tatil yaptık kardeşlerimle. Denizi ve güneşi bu mevsimde en iyi değerlendirebileceğimiz yer olan Kıbrıs'a gittik.















Kıbrıs'tan aklımda kalanlar;

Fikne ağacımı çiçeğimi desem bilmiyorum, güzel kokusuyla ve görüntüsüyle beni büyüledi.



Hatta bir akşam saçımda denedim, çok şık durdular.



Bir de kediler...

Severim kedileri ama uzaktan, yemek yerken masaların altında gezmelerineyse pek tahammül edemem. Aslında hepsi ayrı bir şirin, ayrı bir arsızdı ama benim yerime Yavuz bol bol sevdi onları.





Alışverişe gittiğimde öğrendiğim ki Kıbrıs'ın kedileri meşhurmuş. Bi de şık bir çanta buldum duruma uygun. Hemen aldım.

"All the Cats of Cyprus"

Çarşamba, Ağustos 26, 2009

Mini mini bir kuş

Gerçi pek de minik değil ama...

Geçen hafta banyoda havalandırma boşluğundan bir takım sesler geliyor. Kanat sesleri, tıkırtılar. Kuş desem hiç havan sesi yok. Ürktüm. 5. kata fare nasıl çıkar, kuş olsa sesi çıkar.

Makyaj yapıyorum pır pır bi ses havaya zıplıyorum. Ama evde benden başka kimse sesin farkında değil ertesi gün oldu. Aman allahım yine o ses.

Annemle kardeşim kulak kesildi. Sesi onlar da duydu. Ama orda ne var? Pencere kafesli ve duvara yapışık açılacak yeri yok.

Yavuz el fenerini pencerenin ince tellerinden içeriye tuttuğunda, gözünü gördüm demez mi.

Aletler, edavatlar söktü Yavuz pencereyi. Arkasında kara bir güvercin.




E be çocuğum orda ne işin var. Bi üst katın penceresi de var. Neden geldin bizim cama oturdun?

Ürkütmek istemiyoruz. Korkup bi de aşağılara düşerse kimse uğraşmaz bizim gibi.

Banyoya yemler, sular konuldu. Bekledik kapının dışında rızasıyla pencereden uzaklaşmasını. Akşam 7:30'dan 9:00'a kadar onunla uğraştık yemek bile yemedik.

Neyse ki mutlu sonla bitti. Bir gece çamaşır sepetinde misafir ettik. Karnını doyurdu, gücünü topladı. Ertesi sabah da göklere uçurduk. Ama biraz saf gibiydi umarım başka havalandırma boşluklarına düşmez.