Salı, Eylül 13, 2005

Kırmızı Şato

Kaç kişi kırmızı tuğladan yapılmış gösterişli bir şatoyu seyrederek büyüme şansına sahip olmuştur dersiniz?

Belki İngiltere; İskoçya belki de Fransa’da olabilir.


Ama ben İstanbul’da böyle bir şatoyu seyrederek büyüdüm. İnanması zor ama böylesine görkemli ve güzel bir yapı var. Belki Tepebaşı’ndan Taksim’e çıkarken Haliç’in öteki kıyısında kırmızı kiremitli sıkışık binaların arasında kırmızı rengiyle doğal dokuya karışmış burçlarını farketmişsinizdir sonra tamamını. Belki de Haliç sahilinde yol alırken yüksek kulesini görmüşsünüzdür.


Haliç’te Fener semtinde bulunan belki de en dik yokuş olan Sancaktar Yokuşu’ndan yukarı çıkarken karşınıza çıkan okul 1454 yılında İstanbul’un fethinden sonra kurulmuş.

Osmanlı´nın Hristiyan azınlıklarının bulunduğu toprakları yöneten yüzlerce vali, mütercim, bilim insanı, sanatçı, besteci, yazar, Osmanlı İmparatorluğu´nun en yüksek mevkilerinde görev almış bulunan pek çok Fenerli Rum, baştercuman, Eflak ve Boğdan beyleri, patrik ve yüksek din görevliler bu okulda eğitim görmüş. Şimdilerde Fener Rum Lisesi ile eğitim hayatına devam ediyor. Geçen sene 550. yılını kutlayan okul en eski okul olma özelliğini koruyor.

Ancak beni büyüleyen okulun bugünkü gösterişli binasını; yine okulun mezunlarından ünlü mimar Dimadis yapmış. Şatonun döneminde Rasathane olarak kullanılan yüksek kulesinin kuzey yönünde rumca olduğunu tahmin ettiğim bazı yazılar bir pergel resmi ve latin alfabesiyle 1881 yazıyor. Binanın geçmişini araştırmadan once bu tarihin yapılış tarihinden daha farklı bir şey olduğunu düşünürdüm. Herhalde bu kadar gösterişli bir yapının sadece 100 yıl önce yapılmış olması hayallerime ihanet gibi geliyordu.

Haliç´in her iki yakasındaki yapılar içinde Süleymaniye´den sonraki en büyük bina olan eserin yapı malzemelerinin çoğu Marsilya´dan getirilmiş. Avrupa´nın çeşitli ülkelerinde özellikle İtalya ve İspanya´da da şatolar yapan Dimadis, eseri beş sene içinde bitirmiş. Fener sırtlarındaki yüksek tepe üstüne inşa edilen eser, geniş ve yüksek cephesi, kırmızı ateş tuğlaları ve ortasındaki kubbeli kalın bir kulesiyle dikkat çekiyor.




Yapının Avrupa’daki 5. büyük şato olduğu söyleniyor. Karşı tepeden baktığınızda kanatlarını açmış kırmızı dev bir kartalın küçücük evlerin üzerine eğildiği izlenimine kapılıyorsunuz.


Yıllarca uzaktan seyrettiğim binanın içini hep merak ettim. Evimizden görülen taraf artık kullanılmayan rasathane ve okulun diğer odaları olduğu için; o bölümde bir ışık yanması yada pencerenin açılması bizim için acaba bir şeyler görebilir miyiz heyecanına neden oluyordu. Binanın yüksek duvarları ve sürekli kapalı duran büyük demir kapısı; her ne kadar macerayı sevsem de bu şatoyu keşfedecek kadar cesaretim olmadığı için hiç bir girişimim olmadı.

Ancak yazımı hazırlarken; resim arayışına girdiğimde binanın içine ait resimleri ilk defa görme şansına ulaştım. Siz de görmek isterseniz Fener Rum Lisesi olarak görebilirsiniz.-Bazen linkten gittiğinizde sayfa hata verebiliyor. www.moradam.com'da fotoğraf arşivinde "Mekan" larda görebilirsiniz-(İnternet gerçekten büyük bir hazine sandığı. Doğru yolu takip ederseniz inanılmaz şeylere ulaşabiliyorsunuz.)

Profilimde de belirttiğim gibi İstanbul tutkularımdan biri. Benim için yaşadığım şehir olmaktan öte; keşfedilecek görülecek yaşanacak birisi gibi. Metropol olarak bana pek bir şey ifade etmiyor ama tarihi ve kültürüyle geçmişinde yaşamayı; zaman tünelinden geçip bugün gezdiğim yerleri yıllar yüzyıllar öncesinde yaşamak istediğim bir masal.

Şu günlerde iki kitap okuyorum. Biri 1906-1922 yıllarında Fener’de yaşamış Haris Spataris’in anıları “Biz İstanbul’lular Böyleyiz – Fener’den Anılar”. Diğeri de Orhan Türker’in “Fenari’den Fener’e Bir Haliç Hikayesi”. Her ikisi de geçmişteki Fener ve çevresini anlatıyor. Spataris’in kitabında dönemin sigorta şirketlerine ait mahalle planları var; bugünle karşılaştırmak keyifli bir yolculuk gibi.

Fener’I keyifle anlatıyorum anlatmasına ama 15-20 senede belki de İstanbul’un en hızlı bozulan yerleşim yerlerinden biri oldu. Aslında bu değişim belki de Spataris’in kitabında söylediği gibi 1. dünya savaşı sonlarında başlamıştı. Ancak şüphesiz ki değişimin en önemli nedeni göç.

Bölgedeki pek çok ev tarihi değer taşıyor. Bu nedenle Unesco tarafından Fener-Balat Rehabilitasyon projesi destekleniyor. Dünya kültür mirası kapsamındaki bölgede tarihi değeri olan yapılanlar o değerli bölümleri depo haline getirilmiş, üzeri kapatılmış yada tahrip edilmiş durumda. Bir kaç yıl once kırmızı kilise’nin hemen arkasındaki bir ev yıkıldığında evin arka duvarlarının taş kemerlerle örülü olduğunu gördüm. Büyük olasılık eski bir kilise yada evin üzerine yapılmıştı.

Fener sahilinde eskiden pek çok kereste deposu vardı. Bunların çoğu tarihi yapılarda. Şimdilerde ise yavaş yavaş bunların yerini restoranlar almaya başladı. Mimar Sinan’ın hamamı olduğu söylenen bir yapıda ise bir akücü ticaret yapıyor.

İnsanların geçmişe ve tarihe bu kadar duyarsız olması; hoyratça hırpalaması bana hiç te adil gelmiyor.

(Yazıda kullandığım tüm resimler Ertuğrul Balıkçıoğlu'na ait. Kullanmama izin verdiği için teşekkür ederim.)

Hiç yorum yok: